Gölge Rapor hazırlama ve savunuculuk süreci: Gölge raporun GREVIO raporuna yansımaları

İstanbul Sözleşmesi İzleme Platformu’nun gölge raporu, Türkiye’nin GREVIO tarafından ilk  gözden geçirmesi kapsamında Türkiye’deki kadın ve LGBTİ+ örgütlerinin iş birliği ile 2017 senesinde hazırlandı. Raporlama döngüsü usulüne göre GREVIO’nun soru listesini Türkiye’ye göndermesinin ardından Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı’nın koordinasyonunda sekiz kadın ve LGBTİ+ örgütü görev paylaşımı yapmak ve devlet raporunun teslim tarihi olan Mayıs 2017 sonuna kadar gölge raporu hazırlamak için çalışma takvimi oluşturmak üzere bir araya geldi. Sonradan Türkiye’nin rapor teslimini 2017 Temmuz ayına ertelediği öğrenildi. Bu sebeple, gölge rapor devlet raporu görülmeden hazırlanmak durumunda kaldı. Diğer yandan, devlet raporu yazmakla sorumlu resmi kurum olan Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü (KSGM), nisan ayı sonunda birkaç kadın örgütüne GREVIO’nun soru anketini göndererek 5 Mayıs’a kadar cevap verilmesini talep etti. Platform üyesi örgütler KSGM’ye ortak bir cevap metni yazdı. Metinde, GREVIO komitesinin sorularını cevaplama konusundaki esas sorumluluğun devlette olduğunun altı çizilerek raporlama sürecinin daha verimli, kapsayıcı ve katılımcı olması için devletin bağımsız kadın ve LGBTİ+ örgütlerinin bu sürece daha anlamlı katılımını sağlayacak bir yöntem benimsemekle sorumlu olduğu belirtildi.

Devletin kadına yönelik şiddetin önlenmesi konusunda yerine getirmediği yükümlülükleri ve sözleşmenin uygulanmasındaki aksaklıkları kapsamlı bir şekilde analiz eden gölge rapor, çok kısa bir süre içerisinde koordine olan örgütler tarafından çok kısıtlı imkanlarla yazıldı. Raporun yazımı, birleştirilmesi, düzeltilmesi ve çevirisi yaklaşık 5 ay sürdü. Türkiye’den iletilen, en geniş katılımla hazırlanan gölge rapor, GREVIO Komitesi ile eş zamanlı olarak Türkiye kamuoyu ile de paylaşıldı. Gölge raporda, her ne kadar Türkiye’de kadına yönelik şiddet ve İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanması konusunda kapsamlı bir açıklamaya yer vermeye çalışılsa da bazı konu ve maddeler bu raporun kapsamı dışında bırakılmak zorunda kaldı. Bu kapsamda eksik kalan bazı noktalar GREVIO Komitesi’nin ülke değerlendirme ziyaretleri kapsamında yapılan görüşmelerde aktarıldı. 

Tarihlerle Türkiye’nin GREVIO Tarafından Değerlendirilme Süreci

Ocak 2017 – GREVIO’nun soru listesini hükümete iletmesi
Temmuz 2017 – Hükümetin sorulara yanıtları (Mayıs yerine)
Eylül 2017 – Gölge raporların sunulması
Kasım 2017 – Değerlendirme ziyaretleri
Eylül 2018 – Hükümetin GREVIO taslak raporuna dair yorumlarını GREVIO’ya iletmesi
Ekim 2018 – GREVIO Türkiye Raporu’nun yayınlanması
Ocak 2019 – Taraflar Komitesi’nin tavsiyelerinin yayınlanması

Gölge Rapor Ne Diyor?

  • Kadına yönelik şiddetin önlenmesine yönelik politika ve uygulamalar konusundaki mevcut durumu ve iyileştirmeye yönelik önerileri içeriyor. 
  • Mevcut hizmetlerin ve mekanizmaların kadına yönelik şiddeti önlemede yetersiz kalmasının sebeplerini uygulamalar ekseninde değerlendiriyor.
  • Sözleşmenin bütüncül bir yaklaşımla uygulanmadığını vurguluyor.
  • Önleme, koruma, destekleme, güçlendirme, şiddetin araştırılması ve orantılı bir biçimde cezalandırılmasında gözlemlenen sorunları ele alıyor.
  • Türkiye’de toplumsal cinsiyet eşitsizliğini ve buna bağlı olarak kadına yönelik şiddeti ortadan kaldırma konusundaki siyasi irade eksikliğini ortaya koyuyor.
  • İstanbul Sözleşmesi doğrultusunda 2012 yılında yürürlüğe giren 6284 sayılı Kanun’un uygulanmasındaki aksaklıkların altını çiziyor.
  • Önleme, koruma, kovuşturma ve bütünlüklü politikalar alanındaki eksikliklere istinaden, cinsel yönelim, cinsiyet kimliği, ırk, etnik kimlik, mültecilik durumu dahil olmak üzere kesişimsel bir yaklaşımla şiddetin önlenmesi için çözüm önerileri sunuyor.

Avrupa Konseyi’nin internet sayfasında Türkiye ile ilgili hazırlanmış olan beş gölge rapor mevcut. İstanbul Sözleşmesi Türkiye İzleme Platformu’nun yanı sıra uzun yıllardır medyaya yansıyan olaylardan kadına yönelik şiddetin çetelesini tutan Bianet (Bağımsız İletişim Ağı) de komiteye bir gölge rapor sundu. Ayrıca, KASAV (Kadın Sağlıkçılar Eğitim ve Dayanışma Vakfı), KADEM (Kadın ve Demokrasi Derneği) , GİKAP (Gökkuşağı İstanbul Kadın Kuruluşları Platformu) gibi iktidar kanadına yakın örgütler (GONGO) tarafından gölge raporlar sunuldu. 

GREVIO Raporu

Türkiye tarafından yazılan resmi rapor ve gölge raporlar incelendikten, değerlendirme toplantıları ve tüm bilgi alma süreçleri tamamlandıktan sonra GREVIO’nun hazırladığı rapor, Türkiye’nin taraf olduğu İstanbul Sözleşmesi’nin yükümlülüklerini yerine getirmesi ve kadına yönelik şiddetle mücadele için bir yol haritası olmalıdır. Kadın örgütleri için de çok değerli bir savunuculuk aracı olan GREVIO Raporu’nda toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması ve kadınları aileye hapseden geleneksel roller ile mücadelenin kadına yönelik şiddeti önleme konusunda temel yaklaşım olması gerektiği vurgusu yapılıyor. Bu raporda İstanbul Sözleşmesi Türkiye İzleme Grubu’nun gölge raporundaki birçok bilgiye yer verildiği gibi en az 30 yerde İstanbul Sözleşmesi İzleme Platformu Gölge Raporu’na doğrudan atıf yapılıyor. GREVIO’nun da tespit ettiği eksiklikler, gölge raporun içeriğinin yanı sıra, Türkiye’de erkek şiddeti alanında çalışan kadın örgütlerince uzun zamandır dillendiriliyor, uygulamada karşılaşılan eksiklikler ve çözüm önerileri yazılı ve sözlü olarak sık sık paylaşılıyor. 

GREVIO’nun Türkiye Raporu’nda dikkat çeken noktalar şöyle: 

  • Cinsiyet eşitliğinin sağlanması ve kadınları aileye hapseden geleneksel roller ile mücadele, kadına yönelik şiddeti önleme konusunda temel yaklaşım olmalıdır. 

İstanbul Sözleşmesi’nin temel dayanağı olan kadına yönelik şiddet ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması arasındaki ayrılmaz ilişki, raporun da temel vurgusunu oluşturuyor. Buna göre devletin kadına yönelik şiddet ile ilgili her türlü önlem ve uygulamasının temelinde toplumsal cinsiyet eşitliği prensibi olmalıdır. Raporda, Türkiye’de eşitliğin sağlanması ve kadınların geleneksel rolleri dışında da var olabilmeleri açısından endişe verici eksiklikler olduğu tespiti paylaşılıyor. Bu eksikliklerin tamamlanması için kadınları güçlendirici ve kadına yönelik şiddet ile etkin mücadelenin kadın erkek eşitliğinin sağlanması ile mümkün olabileceği anlayışını temel alan politikalar geliştirilmesi ısrarla tavsiye ediliyor. Somut olarak ise kadınların başvurduğu ŞÖNİM, karakol, mahkeme gibi kurumların çalışma prensibinin aile odaklı olmasının yarattığı sorunlara işaret edilerek buralarda hizmet veren kişilerin şiddetin toplumsal cinsiyet temelli dinamiklerini, etkilerini ve sonuçlarını tanımlayan eğitimler almaları gerektiği vurgulanıyor.

  • Silahlı çatışma kadına yönelik şiddetle mücadeleyi engelliyor.

Rapora göre, OHAL sürecinde ve devamında yürütülen güvenlik politikaları, Güneydoğu’da sürmekte olan operasyonlar ve toplu işten atılmalar ile daha önceden bu konuda eğitimlere katılmış kamu çalışanlarının sahadan çekilmesi nedeniyle oluşan ortam, Türkiye’de kadınların şiddetten uzak bir yaşam sürme haklarının gerçekleştirilmesine imkan tanımıyor. Çatışma veya yerinden edilme süresince ve çatışma sonrasında partner ya da partner dışı cinsel şiddet vakalarının arttığı ve kadınlara yönelik yeni şiddet biçimlerine neden olduğu vurgulanıyor. Kürt kadınlar gibi çoklu ayrımcılığa maruz kalan ve kalma ihtimali olan kadınları etkileyen şiddeti önlemek ve şiddetle mücadele etmek konusunda çaba gösterilmesi ve bu kadınların özel ihtiyaçları doğrultusunda hazırlanmış kadına yönelik şiddeti önleme ve mücadele programlarının geliştirilmesi gerektiği raporda yer buluyor. 

  • Veri toplama ve bütüncül politikalara dair eksiklikler devam ediyor. Devlet ikincil mağduriyetleri önleme yükümlülüğünü yerine getirmiyor.

Raporda, yetkili makamlar tarafından faillerin soruşturulması, kovuşturulması ve cezalandırılmasına ilişkin hukuki verilerin toplanması konusundaki eksiklikler tespit ediliyor. Veri toplamadaki eksikliğin kolluk kuvvetleri, kovuşturma makamları ve mahkemelerce kanunların uygulanmasını izleyebilmek açısından ciddi bir engel oluşturduğu vurgulanıyor. Bütüncül politikalar ile ilgili olarak KSGM’nin güçlendirilmesi, özellikle de bağımsız STK’ların KSGM ile ilişkilerinin arttırılarak politikaların koordinasyonu, izlenmesi ve değerlendirilmesinin geliştirilmesi öneriliyor. Kadına yönelik şiddetle mücadelede bütüncül politikaları oluşturabilmek açısından İstanbul Sözleşmesi’nde tanımlanan farklı şiddet türlerine yönelik tedbirler alınması ve politikalar geliştirilmesi, cinsel şiddet ve namus adı altında işlenen suçları engellemeye odaklı politikaların geliştirilmesi, çoklu ayrımcılığa maruz kalan ve şiddet gören kadınların ihtiyaçlarına yönelik tedbirler alınması ve bağımsız kadın örgütlerinin politika yapım süreçlerinin her aşamasına etkin bir şekilde katılımı için şeffaf bir iletişim çerçevesi ve sistematik fon desteği öneriliyor. 

Rapor, bütüncül politikalar geliştirmenin devletin yükümlülüğü olduğunun altını çizerken bu yükümlülüğü yerine getirmemesinin ikincil mağduriyetlere neden olduğunu vurguluyor. Özellikle kolluk kuvvetleri tarafından, kovuşturma ve soruşturma süresince kadınları suçlayıcı ve şiddeti hafife alan yaklaşımlar, kolluk güçlerinin zamanında eyleme geçmemeleri, yapılan soruşturmaların yetersizliği ve davaların faillerin beraatıyla veya ‘iyi hal’ indiriminden yararlanmasıyla sonuçlanması da tespit edilen sorunlar arasında yer buluyor. Mağdurun beyanına dayanarak ve mağdurun güvenliği ve güçlenmesi için yeterli süreyi kapsayacak şekilde koruma kararları çıkarılması, koruma kararlarının faillere bildirilmesi, kararların uygulanması ve soruşturma esnasında kanıt toplarken gerekli özeni ve dikkati göstermek konusunda hala ciddi eksiklikler bulunduğuna dikkat çekiliyor. Bu tip ikincil mağduriyetleri önleyecek, riskleri göz önüne alan ve her kadının özgün durumuna dair etkin bir risk analizi ve yönetimi yapılması öneriliyor. Ayrıca rapor bununla ilgili olarak maddi hukuk çerçevesinde arabuluculuk kanununun uygulanması esnasında doğabilecek sorunlara ilişkin uyarılarda bulunuyor. İstanbul Sözleşmesi’nin kadına yönelik şiddet konusunda “zorunlu arabuluculuk” uygulamasını kesinlikle yasakladığı vurgulanıyor. Şiddet söz konusu olduğunda arabuluculuk uygulamasının zorunlu olmadığının ve ancak kadınlar istediği koşulda arabuluculuk yapılabileceği bilgisinin kesin olarak verilmesi gerektiği ısrarla tavsiye ediliyor.  

  • Kadına yönelik şiddet mağdurlarına etkili koruma ve destek, ancak kadına yönelik şiddet eylemlerinin başlı başına suç olarak tanımlanması ve uzmanlaşmış destek hizmetlerinin yaygın ve erişilebilir olmasıyla sağlanabilir. 

Rapor, zorla evlendirmenin ceza hukukunda başlı başına bir suç olarak tanımlanması gerektiğinin, tecavüz ya da tacize maruz kalan bir kimsenin faille evliliğe zorlanmasının ve evliliğin şiddet eylemini cezasız bırakma amacıyla kullanılmasının önlenmesi gerektiğini vurguluyor. Israrlı takibin (dijital alandaki tezahürlerini de dikkate alan bir biçimde) ayrı bir suç olarak tanımlanması önerisinde bulunuyor. Psikolojik şiddete dair, kolluk kuvvetleri ve yargı mensupları arasında farkındalığı yükseltmek gerektiğini ifade ediyor. Yalnızca kadına yönelik şiddet alanında çalışan ve ilgili bütün dillerde hizmet veren acil telefon yardım hatlarının ve yalnızca cinsel şiddet mağdurlarına hizmet verecek olan tecavüz kriz merkezlerinin kurulması gerektiğini söylüyor. Rapor ayrıca Çocuk İzlem Merkezlerinin (ÇİM) zorla evlendirilen çocuklara da destek olacak şekilde kapasitesinin artırılmasını tavsiye ediyor. Doğumların hastane dışında ve bildirimlerin sözel olarak yapıldığı durumlarda dahi sağlık personeli tarafından çocuk yaşta zorla evliliklerin tespitinin sağlanması ve ÇİM’lerde ve diğer sağlık kuruluşlarında kayıt altına alınan cinsel şiddet ve zorla evliliklere dair verinin toplanarak bu alandaki gelişmenin ölçülmesinin gerekliliğine de vurgu yapıyor. 

  • Göçmen ve sığınmacı kadınların hizmetlere erişiminde eşitlik sağlanmalı. 

Rapor göçmen ve sığınmacı kadınların tüm genel ve uzmanlaşmış destek hizmetlerinden diğer vatandaşlarla eşit olarak yararlanabilmesi gerektiğini vurguluyor. Bu amaçla kadınların şiddet vakalarını bildirmelerini sağlayacak toplumsal cinsiyete dayalı rehber hizmetlerinin oluşturulması ve bu vakalara dair verilerin tutulması gerektiği hatırlatılıyor. Ayrıca özellikle yasada bulunan asla geri göndermeme ilkesinin uygulamada da dikkate alınması gerektiğinin altı çiziliyor. Bu anlamda korumaya muhtaç olan şiddet mağduru kadınların, hayatlarının risk altında olduğu; işkence, insanlık dışı ya da aşağılayıcı muameleye veya cezaya maruz kalabilecekleri herhangi bir ülkeye asla geri gönderilmemesinin sağlanması güçlü şekilde tavsiye ediliyor. 

  • Kadın örgütleri ve sivil toplum kuruluşları baskı altında.  

Rapor bağımsız kadın örgütlerine yönelik artan baskıların alarm verdiğini söylüyor. Devletin politika geliştirirken kadın örgütlerini dikkate almadığını, kadın örgütleri ile sistemli ve etkili bir danışma sürecinin ve yapıcı bir diyaloğun olmadığı vurgulanıyor.  Rapor, hükümet destekli sivil toplum kuruluşlarından (GONGO) ise yalnızca ‘yeni kurulan kadın grupları’ olarak bahsediyor ve bu grupların içinde olduğumuz süreçte avantajlı konuma geçtiğinin altı çiziliyor. Devletin farklı kesimden kadınları temsil eden kadın kuruluşlarını desteklemesi öneriliyor. Özellikle farklı şiddet biçimlerine (istismar, zorla evlilik ve namus adı altında işlenen suçlar) ve çoklu ayrımcılığa maruz kalan veya kalma ihtimali olan kırsalda yaşayan kadınlar, Kürt kadınlar gibi etnik gruplara mensup kadınlar, engelli kadınlar ve lezbiyen kadınların ihtiyaçlarına cevap verilmesi için bu spesifik grupları temsil eden kadın örgütlerinin politika geliştirme sürecine etkili bir şekilde dahil edilmesi gerektiğininin altı çiziliyor. 

Başka bir öneri de kamu kurumlarının politika oluşturma ve uygulamada kadın örgütleri ile ortak çalışmalar yürütülmesi için düzenli, öngörülebilir ve etkin danışma süreci sağlayacak bir çerçevenin oluşturulması. Rapora göre kadınlara destek olmak konusunda bağımsız kadın kurumlarının halihazırdaki potansiyelleri onların finansal olarak da desteklenerek kadın merkezleri ve sığınaklarını kendilerinin yönetmeleri ile daha da geliştirilebilir. Bunun için şeffaf satın alma prosedürlerinin uygulandığı fonlar gibi sürdürülebilir finansal kaynak desteği sağlanması öneriliyor.