İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı Kanun

6284 sayılı Kanun’un hazırlık süreci ve kapsamı

İstanbul Sözleşmesi’nin iç hukuktaki yansıması 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi Kanunu’dur. Kamuoyunda kısaca 6284 sayılı Kanun olarak bilinen kanun, sözleşmenin imzalanmasından hemen bir sene sonra, 20 Mart 2012 tarihinde yürürlüğe girdi. 6284 sayılı Kanun, kadına karşı şiddetle mücadelede uygulamaya dönük somut mekanizmalar kurması bakımından, İstanbul Sözleşmesi’nin çizdiği genel çerçevenin pratikte nasıl vücut bulacağı konusunda en kapsamlı iç hukuk metnidir. 

6284 sayılı Kanun’dan önce Türkiye’de şiddete maruz kalan kadınların korunmasını amaçlayan 1998 tarihli 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun yürürlükteydi. Amacı “aile içinde şiddet uygulayan bireyi, gerektiğinde ortak yaşam alanından uzaklaştırarak ve kanunda sayılan veya benzer birtakım tedbirleri uygulamaya koyarak aile içi şiddeti önlemek ve dolayısıyla toplumun temelini oluşturan aileyi şiddete karşı korumak” olarak ifade edilen kanun iki maddeden oluşuyordu. 4320 sayılı Kanun’da, Cumhuriyet Başsavcılığı’nın bildirmesi veya eşlerden birinin, çocukların veya aynı çatı altında diğer aile bireylerinden birinin başvurusu üzerine koruma emri ve “kusurlu eş” aleyhine tedbir kararlarının verilebileceği düzenlenmekteydi. Ancak bu kanun ailenin kimlerden oluşacağı, resmi evlilik dışında da aynı haneyi paylaşan ve evli olmakla birlikte aynı haneyi paylaşmayan kişileri kapsamadığı için pek çok eleştiriyi beraberinde getirdi. Nihayet yürürlüğe girmesinden dokuz yıl sonra yani 2007 senesinde, uygulamada görülen eksikliklerin giderilmesi amacıyla önemli ölçüde değiştirildi. 

11 Mayıs 2011’de İstanbul Sözleşmesi’nin imzalanmasını takiben, o dönemki adıyla Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı “4320 Sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun’un günümüz ihtiyaçlarına cevap vermediği” ve “son yıllarda kadına karşı şiddet olaylarının her geçen gün artması, kadına yönelik şiddetin yoğun olarak da aile içinde yaşanması, şiddetin fiziksel, ekonomik, psikolojik, cinsel şiddet gibi çeşitli şekillerde görülebilmesi, kişilere yönelik şiddetin insan hakkı ihlali olması nedeniyle mücadelenin ve kadın erkek eşitliğinin sağlanmasının da bir devlet politikası olarak kabul edilmesi gerektiği”nden hareketle yeni bir yasa taslağı üzerinde çalışmaya başladı. 2011 yılının Temmuz ayında “Kadın ve Aile Bireylerinin Şiddetten Korunmasına Dair Kanun Tasarısı” hazırlıklarına başlayan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı bu süreçte kadın kuruluşlarından tasarıya ilişkin görüş ve önerilerini iletmelerini istedi. Kanun yapım sürecine dahil olmak amacıyla bir araya gelerek “Şiddete Son Platformu”nu kuran 237 kadın örgütünden kadınlar, kanunun hazırlanış aşamasında aktif olarak yer aldı, taslağa ilişkin talep ve önerilerini Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile paylaştı. Yapılan değişikliklerin ardından yasa tasarısı, 24 Şubat 2012 tarihinde Meclis’e gönderildi, Meclis’te yapılan görüşmelerin nihayetinde 6284 sayılı Kanun 8 Mart 2012 tarihinde yasalaştı.

Her ne kadar platformun önerilerinin önemli bir kısmı yasalaşan tasarıda yer almamış olsa da 6284 sayılı Kanun’un kadına yönelik şiddetle mücadelede önemli bir hukuki dayanak sağlamasında Şiddete Son Platformu’nun ve platforma destek veren kadın örgütlerinin azimli çabalarına dikkat çekmek gerekir. Nitekim, yasalaşan haliyle kanunda “evli olan-olmayan kadın” ayrımının ortadan kaldırılması, “ev içi şiddet”, “kadına yönelik şiddet” ve “şiddet” tanımlarının detaylıca yapılması, salt kamusal değil özel alanda gerçekleşen şiddetin de devlete önleme ve koruma yükümlülüğü getirdiğinin açıkça ifade edilmesi ve kanunun uygulanmasında İstanbul Sözleşmesi’nin esas alınacağının vurgulanması yasa hazırlık sürecinde çaba ve irade gösteren kadın örgütlerinin başarısı ve kazanımıdır. 

İlk olarak, 6284 sayılı Kanun’un İstanbul Sözleşmesi’nin koruma ve destek yükümlülüklerine ilişkin çerçeveyi iç hukukta önemli ölçüde hayata geçirdiğini ifade etmek gerekir. 6284 Sayılı Kanun’un getirmiş olduğu en önemli hukuki araç, kuşkusuz, başvuru veya ihbar yoluyla ya da re’sen harekete geçilerek herhangi bir belge veya delil şart olmaksızın şiddete maruz kalan kişi lehine koruyucu tedbir kararına hükmedilmesine imkan vermesidir. Bu kapsamda, 6284 sayılı Kanun’a dayanılarak talep edilebilecek koruyucu ve önleyici tedbirlerden bazıları şunlardır:

  • Barınma yeri sağlanması
  • Geçici maddi yardım yapılması
  • Psikolojik, mesleki, hukuki ve sosyal bakımdan rehberlik ve danışmanlık hizmeti verilmesi
  • Hayati tehlikenin varlığı halinde kişinin geçici koruma altına alınması
  • Kreş imkanının sağlanması
  • Başvuranın iş yerinin değiştirilmesi
  • Kişinin evli olması halinde müşterek konuttan ayrı yerleşim yeri belirlenmesi
  • Türk Medeni Kanunu’ndaki şartların varlığı halinde ve korunan kişinin talebi üzerine tapu kütüğüne aile konutu şerhi konulması
  • Hayati tehlike halinde Tanık Koruma Kanunu hükümlerine göre kimlik ve ilgili diğer bilgi ve belgelerinin değiştirilmesi
  • Failin şiddet tehdidi, hakaret, aşağılama veya küçük düşürmeyi içeren söz ve davranışlarda bulunmamasına karar verilmesi
  • Failin müşterek konuttan veya bulunduğu yerden derhal uzaklaştırılması ve müşterek konutun korunan kişiye tahsis edilmesi
  • Failin korunan kişilere, bu kişilerin bulundukları konuta, okula ve iş yerine yaklaşmaması
  • Çocuklarla ilgili daha önce verilmiş bir kişisel ilişki kurma kararı varsa, kişisel ilişkinin refakatçi eşliğinde yapılması, kişisel ilişkinin sınırlanması ya da tümüyle kaldırılması
  • Failin şiddete uğramamış olsa bile yakınlarına, tanıklarına ve çocuklarına yaklaşmaması
  • Failin korunan kişinin şahsi eşyalarına ve ev eşyalarına zarar vermemesi
  • Failin korunan kişiyi iletişim araçlarıyla veya benzer şekillerde rahatsız etmemesi
  • Failin bulundurması veya taşımasına kanunen izin verilen (silah taşıması zorunlu olan bir kamu görevi ifa etse bile) silahları kolluğa teslim etmesi
  • Failin korunan kişilerin bulundukları yerlerde alkol, uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanmaması ya da bu maddelerin etkisinde iken korunan kişilere ve bulundukları yerlere yaklaşmaması, bağımlılığının olması hâlinde, hastaneye yatmak dahil, muayene ve tedavisinin sağlanması

6284 sayılı Kanun’a dayanarak verilecek tedbirler kanunda sınırlı sayı yöntemiyle belirtilmemiş, bir diğer ifadeyle, şiddetin önlenmesi ve şiddete maruz kalan kişinin korunmasına fayda sağlayacağı düşünülen tedbirlere hükmedilebilmesi için hakimlere takdir yetkisi tanınmıştır. Bununla birlikte, 6284 sayılı Kanun uyarınca koruyucu tedbir kararlarının verilebilmesi için şiddet uygulandığına ilişkin delil veya belge aranmaz. Esasen bu husus, 6284 sayılı Kanun ile getirilmiş bir yenilik olmayıp 4320 sayılı Kanun’da 2007 yılında yapılan değişiklikler neticesinde aynı şekilde yer alan son derece önemli bir tedbir hukuku ilkesidir.

Kanun, verilen kararlara aykırı davranması halinde fail aleyhine zorlama hapsine hükmedilebileceğini düzenler. Ayrıca Kanun, koruyucu ve önleyici tedbirlerin etkin olarak uygulanmasına yönelik izleme çalışmaları yapmak ve şiddet sonrası destek hizmetlerini yürütmek amacıyla ülke genelinde 7/24 esasına göre çalışan Şiddet Önleme ve İzleme Merkezleri’nin (ŞÖNİM) kurulmasını öngörür. 

6284 sayılı Kanun’un İstanbul Sözleşmesi ile karşılaştırılması

6284 sayılı Kanun’un 1’inci maddesinin 2’nci fıkrasında son derece isabetli ve gerekli olarak kanunun uygulanmasında ve gereken hizmetlerin sunulmasında İstanbul Sözleşmesi’nin esas alınacağı hüküm altına alınır. Bununla birlikte 6284 sayılı Kanun ile İstanbul Sözleşmesi arasında bazı önemli farklar bulunur. Burada kanun ile sözleşme arasındaki tüm farklardan detaylı bir şekilde bahsetmek mümkün değilse de temel bazı hususları aşağıdaki gibi özetleyebiliriz.

6284 sayılı Kanun’u İstanbul Sözleşmesi’nin ortaya koyduğu insan hakları çerçevesi bakımından değerlendirirken ilk dikkat çeken, şüphesiz 6284 sayılı Kanun’un ismidir. Kanunun ismi tasarı aşamasında “Kadın ve Aile Bireylerinin Şiddetten Korunması Yasa Tasarısı” idi. Şiddete Son Platformu’nun ve platforma destek veren örgütlerin tüm eleştirilerine rağmen taslağın ismi Meclis’e sevk edilirken “Ailenin Korunmasına ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı” olarak değiştirildi ve nitekim Meclis’te de bu şekilde kabul edildi. Tasarının yasalaşma sürecindeki Meclis tutunaklarında izlenen tartışmalardan da görüldüğü üzere söz konusu aile vurgusunun politik bir saikle yapılmış olduğu açık. 

Göze çarpan bir diğer temel fark, 6284 sayılı Kanun’un “ev içi şiddet” tanımı ve dolayısıyla kanundan faydalanacak kişilerin kapsamına ilişkin. İstanbul Sözleşmesi uyarınca ev içi şiddet “mağdurla aynı ikametgahı paylaşmakta olsun veya olmasın veya daha önce paylaşmış olsun veya olmasın, aile içinde veya aile biriminde veya mevcut veya daha önceki eşler veya birlikte yaşayan bireyler arasında meydana gelen fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik şiddet” olarak tanımlanırken 6284 sayılı Kanun ev içi şiddeti “şiddet mağduru ve şiddet uygulayanla aynı haneyi paylaşmasa da aile veya hanede ya da aile mensubu sayılan diğer kişiler arasında meydana gelen her türlü fiziksel, cinsel, psikolojik ve ekonomik şiddet” gibi bir ifadeyle, son derece muğlak bir şekilde tanımlar. Kanunun getirdiği “aile bireyleri” ve “hane” ifadelerinden neyin anlatılmak istendiği açıkça belli olmadığı için 6284 sayılı Kanun kapsamında “ev içi şiddet”e karşı kimlerin korumadan yararlanabileceğine ilişkin literatürde çeşitli fikir ayrılıkları mevcuttur. Ancak yukarıda da ifade edildiği gibi kanunun uygulanmasında İstanbul Sözleşmesi’nin esas alınacağından hareketle, İstanbul Sözleşmesi’nde yapılan ev içi şiddet tanımını kabul etmek daha uygundur. Bu nedenle aynı evi paylaşıp paylaşmadıklarına bakılmaksızın aile bireylerinin bir diğerine uyguladığı şiddet, nişanlılar, resmi nikâh olmaksızın birliktelik yaşayan partnerler ve boşanmış kişiler ile eşcinsel partnerler de 6284 sayılı Kanun kapsamında koruma altında. Nitekim kanunun uygulaması da bu doğrultuda gelişmiştir.

6284 sayılı Kanun’un kapsam, çerçeve ve perspektif bakımından sözleşmeden farklılaştığı esaslı husus ise kanunun, şiddetle mücadeleyi genel olarak bir “somut olay bazlı şiddetten korunma” bakış açısıyla sınırlı tutması, bir başka ifadeyle, şiddeti önleyici çalışmalara ve bütünlüklü politikalara ilişkin herhangi bir somut çerçeve çizmemesidir. Öyle ki, 6284 sayılı Kanun dar bir perspektifle, kişiye ve somut olaya özgü, münferit bir koruma ve destek mekanizmasıyla şiddetle mücadele etmeyi amaçlarken İstanbul Sözleşmesi, şiddetle mücadele kapsamında toplumsal cinsiyet rollerine dayalı ön yargıların ortadan kaldırılması amacıyla eğitim, medya ve özel sektörü de içeren kapsamlı, koordineli ve bütüncül politikalar üretilmesi yükümlülüğü getirmektedir. Elbette, 6284 sayılı Kanun’un İstanbul Sözleşmesi’ne paralel olarak benimsediği şiddet tanımı önemli. Buna göre şiddet, kişinin salt fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik açıdan zarar görmesiyle sonuçlanan bir eylem olarak değil, bu neticelerle sonuçlanması muhtemel hareketler, buna yönelik tehdit, baskı ya da özgürlüğün keyfi engellenmesini de içeren, toplumsal, kamusal veya özel alanda meydana gelen fiziksel, cinsel, psikolojik, sözlü veya ekonomik her türlü tutum ve davranış olarak tanımlanır. Böylelikle, sadece şiddete uğrayan değil, şiddete uğrama tehlikesi bulunan kişilerin de şiddetin gerçekleşmesini beklemeden 6284 kapsamında korumadan yararlanması mümkün hale geldi. Burada 6284 sayılı Kanun’un şiddet tanımını İstanbul Sözleşmesi’ne paralel olarak “şiddet tehlikesi”ni de içerecek şekilde yapması, şiddetin gerçekleşmesi beklenmeksizin “şiddeti somut bazda önleyecek” mekanizmalar ile İstanbul Sözleşmesi kapsamında “şiddetin önlenmesi” yükümlülüklerinin ayrımının dikkatle yapılması gerekir. Tekrar vurgulamak gerekirse, 6284 sayılı Kanun’un şiddeti önleme mekanizması, kişiye ve somut olaya özgü, münferit bir önleme yani şiddetten “koruma ve destek mekanizması” olarak kurgulanmışken İstanbul Sözleşmesi uyarınca devletlerin şiddeti önleme yükümlülükleri toplumsal cinsiyet eşitsizliğine neden olan mitlerle mücadele edilmesi amacıyla eğitim müfredatlarının düzenlenmesi, ilgili kadroların eğitilmesi, medyanın ve özel sektörün dahlinin de sağlandığı kapsamlı farkındalık eylem planlarının hayata geçirilmesine ilişkindir.

Esasen bu çerçeve farkı, 6284 sayılı Kanun’un odağına “toplumsal cinsiyet eşitliği”ni almamasının en önemli neticesi. Zira, 6284 sayılı Kanun’da “toplumsal cinsiyet eşitliği” kavram olarak dahi geçmemekte, bunun yerine, defaatle “kadın erkek eşitliği” kavramı kullanılmaktadır. Bu nedenle, 6284 sayılı Kanun’un şiddetle mücadele perspektifi, kadına karşı şiddetin, “kadınlarla erkekler arasında tarihten gelen eşit olmayan güç ilişkilerinin bir tezahürü olduğunu” ve “kadına karşı şiddetin yapısal özelliğinin toplumsal cinsiyete dayandığını” vurgulayan İstanbul Sözleşmesi’nden farklıdır. 

İstanbul Sözleşmesi’nin 11’inci maddesinde yer alan ve sözleşmenin uygulanması için büyük önem arz eden veri toplama yükümlülüğüne ilişkin de sözleşme ile 6284 sayılı Kanun arasında bariz bir fark olduğunun altını çizmek gerekir. Sözleşme uyarınca taraf devletler “sözleşme kapsamında kalan her türlü şiddet olayıyla ilgili istatiksel veriyi düzenli aralıklarla toplama” ve “sözleşme kapsamında kalan her türlü şiddet olayının kökünde yatan nedenler ve bunların etkileri, şiddet olayları, ceza oranlarının yanı sıra, bu sözleşmenin uygulanması için alınan tedbirlerin etkililiğini incelemek üzere, bu olaylarla ilgili araştırmaları destekleme” yükümlülüğü altında toplanmıştır. 6284 sayılı Kanun’da ise veri toplama devletin sorumlu olduğu merkezi ve koordineli bir faaliyet olarak değil, “koruyucu ve önleyici tedbir kararları ile zorlama hapsinin verilmesine ve uygulanmasına ilişkin veri toplayarak bilgi bankası oluşturmak” suretiyle ŞÖNİM’lere verilen bir faaliyet olarak tasarlanmıştır. 

Öte yandan, İstanbul Sözleşmesi’nin 25’inci maddesinde devletlere şiddet mağdurlarının “tıbbi ve adli tıp muayenesi yapmak, travma desteği ve danışmanlık hizmetleri sağlamak üzere uygun, yeterli sayıda ve kolayca erişilebilen, tecavüz kriz merkezleri veya cinsel şiddet sevk merkezleri oluşturma” yükümlülüğü getirilmiş olmasına rağmen 6284 sayılı Kanun, cinsel şiddet kriz merkezlerine dair herhangi bir hüküm barındırmamaktadır. 

Son olarak, İstanbul Sözleşmesi’nin 30’uncu maddesinde devletlere “mağdurların sözleşmede belirlenen herhangi bir suç nedeniyle faillerden tazminat talep etme hakkına sahip olmasını temin etmek üzere gerekli yasal veya diğer tedbirleri alma” yükümlülüğü getirilmiş olmasına rağmen 6284 sayılı Kanun’da şiddet mağdurlarının maddi ve manevi zararlarının tazminini mümkün kılan özel bir düzenlemenin yer almadığı da ifade edilmelidir. 

Sonuç olarak, 6284 sayılı Kanun her ne kadar kadına yönelik şiddetle mücadelede ana eksenine toplumsal cinsiyet eşitsizliği ile mücadeleyi ve amaç doğrultusunda bütüncül politikalar geliştirme ve uygulama yükümlülüğünü almaması nedeniyle İstanbul Sözleşmesi’nin şiddetle mücadelede benimsediği perspektifle paralel olmasa da, kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddetle mücadelede somut bir yol haritası sunması bakımından son derece kıymetli ve hayat kurtaran bir iç hukuk metnidir. Bu çerçevede, 6284 sayılı Kanun’un mevcut haliyle uygulanmasının bile kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddet olaylarını büyük ölçüde önleyebilecek nitelikte olduğu şüphesiz. Daha önce ifade edildiği üzere, kanunun İstanbul Sözleşmesi bakımından eksik ya da muğlak kalan yanlarının yorumlanmasında ve uygulanmasında İstanbul Sözleşmesi esas alınacağından kanundaki hukuki boşluklar uygulamada yine İstanbul Sözleşmesi’nin çizdiği teorik ve pratik çerçeve baz alınarak doldurulacaktır.